Son günlerde Türkiye’de büyük infial yaratan Özlem’in cinayeti, birçok soru işareti ve tartışmayı da beraberinde getirdi. Özlem’in yaşamına son veren katilin, olayın ardından 112 Acil Servis hattını aradığı öğrenildi. Ancak, bu durum, mahkeme tarafından hafifletici bir sebep olarak kabul edilmedi. Özlem’in cinayetinde yaşanan bu çarpıcı detay, birçok anlamda hukukun ne kadar ciddi bir tartışma konusu olduğunu gözler önüne seriyor.
Olayın ardından gözaltına alınan katil, 112’yi aradıktan sonra polise teslim oldu. Yetkililer, bu çağrının cinayet öncesi ya da sonrası olup olmadığını detaylı bir şekilde inceledi. İlk duruşmada, sanığın savunma avukatı, yoğun duygusal baskı altında olduğunu, bu nedenle 112'yi aradığını ve bu durumun hafifletici bir sebep sayılması gerektiğini savundu. Fakat mahkeme, bu argümanı yeterli bulmayarak, resmi bir karar verdi.
Adalet sisteminde, bir eylemin hafifletici ya da ağırlaştırıcı sebeplerle değerlendirilmesi, toplumun değerleri ve kamuoyunun beklentileri doğrultusunda şekillenmektedir. Özellikle cinayet gibi ağır suçlarda, bulunduğu psikolojik durum genellikle hafifletici sebep olarak değerlendirilmeye çalışılır. Ancak mahkeme, sanığın olay öncesi ya da sonrası durumu hakkında yeterli bir kanıt bulamadığından dolayı, 112 çağrısının bu bağlamda gerekli etkiye sahip olmadığına karar verdi.
Özlem’in cinayeti, yalnızca hukuki açıdan değil, toplumsal açıdan da büyük yankılar uyandırdı. Kadın cinayetleri, Türkiye’de son yıllarda artış gösteren bir sorun olma özelliği taşıyor. Özellikle, bu tip olayların ardından toplumda ortaya çıkan infial, hedefteki mağdurun kimliğiyle birlikte, katilin motivasyonlarını da sorgulamaktadır. Önceki yıllarda, benzer olaylarda sıkça duyulan 'provokasyon', 'sinir anı' gibi bahaneler, bu tür cinayetlerde sıkça karşımıza çıkan kavramlar haline geldi.
Özlem’in cinayetinin ardından, kadın hakları savunucuları sokaklara dökülerek, kadın cinayetlerine karşı duruş sergiledi. Halkın gözünde, katilin 112’yi araması bir nefes alma anı, bir pişmanlık göstergesi olarak düşünülse de, mahkeme kararı bu durumu ortadan kaldırdı. Şu anda, toplumsal farkındalığın artırılmasına yönelik çabaların yanı sıra, hukuki süreçlerin de halkı tatmin edecek düzeye gelmesi talep ediliyor.
Dünyada ve Türkiye’de, kadın cinayetlerine karşı sosyal medya platformlarında yürütülen kampanyalar, hem dikkat çekmekte hem de hukukun bu durumlardaki işleyişini sorgulatmaktadır. Özlem’in cinayetinin ardından başlatılan kampanyalar, bu durumların artık sona ermesi, toplumsal cinsiyet eşitliği ve adalet için mücadele etme konularında insanları birleştiriyor. Her ne kadar mahkeme kararı adaletin tecellisi olarak değerlendirilse de, halk bunu yeterli görmüyor ve daha fazla ceza uygulanması gerektiğini savunuyor.
Sonuç olarak, Özlem’in katili tarafından yapılan 112 araması, hem hukuki olarak hem de toplumsal açıdan çok tartışmalı bir konu haline geldi. Hukukun bir yolu vardır ancak bu yolun, insanların yaşamları üzerindeki etkisini anlamak ve değiştirmek kolay olmayabilir. Bu tür olayların tekrar yaşanmaması adına toplumda büyük bir farkındalık ve aktif mücadelenin sürdürülmesi gerektiği aşikâr.
Özlem’in cinayetinin ardından meydana gelen tüm bu gelişmeler, sadece bir davadan çok daha fazlasını temsil ediyor; toplumun kadınlara karşı duruşunu, adalet sisteminin işleyişini ve gelecekte daha adil bir dünya için atılması gereken adımları gösteriyor. Kadınların yaşama hakları ve hakları için mücadelenin önemi, Özlem gibi masum yaşamların feda edilmemesi adına kritik bir nokta olarak karşımıza çıkıyor.